31 Aralık 2009 Perşembe

eğer erkek olsam

yeni yıl, yeni tema

aylar önce bloğun teması ile ilgili bir anket yapmış "değiştir şunu" sonucu elde etmiştim. ancak ve ancak zaman konusundaki sıkıntılarım yüzünden bunu erteleye erteleye bugünü buldum.

yeni yıl, yeni tema

hepinize tekrardan mutlu yıllar dilerim.

görüşmek üzere!

21 Aralık 2009 Pazartesi

20 Aralık 2009 Pazar

pastanın büyük dilimi





karılıksız cevaplıyor! hepinizi soru işaretleri ile dolu havuzlarda boğan "ne yapsam ne etsem de onu tavlasam?" sorusu artık kafalarda cevapsız kalmayacak!


fark ettim ki hiç erkek kardeşlerimizin sorularına cevap bulup, dertlerine derman olmamışım. çok ayıp etmişim. bu boşluğu fark eder etmez hemen "bir kızı kendinize nasıl bağlarsınız" konulu yazıma geçmek istiyorum.


biliyorum, bu güne kadar bu konu hakkında çok yazıldı, çizildi. hepsiciği çeşitli önerilerde bulundu. ben de bir kız gözünden hemcinslerimi tavlamak konusunda ne yapmanız gerektiği hakkında ufak bir araştırma yaptım ve araştırma sonuçlarımı sizlerle paylaşmaya karar verdim.


     1- her ne kadar "ben çok feministim, ben süperim, ben on numarayım" diye gezinsek de bizi sahiplenen her adımımızda arkamızda olacak bir sevgili isteriz. eğer bunu hissettiremiyorsanız pek zorlamaya gerek yok sanki.


     2- tamam hoşlandığınız kız yakın arkadaşınız olabilir. ancak kendi adıma konuşayım benimle askerlik arkadaşı gibi konuşan birinin hiç şansı yok.


     3- espri anlayışı önemlidir. karşınızdakini güldürmeyi bilin. arkadaşlarınızın esprilerini felan çalabilirsiniz. yeter ki yüzünde bir tebessüm oluşturun.


     4- ona ve kararlarına saygı gösterin. "ben sorbonne'da yüksek lisans yapmak istiyorum" dediğinde "hemmen seni bekliyolardı zaten :P" demeyin.


     5- ona ilginizi belli etmek için saçını çekmek, kalemini kırmak, eteğini açıp kaçmak, çelme takmak sonra düşünce de karşısına geçip gülmek gibi yöntemleri lütfen kullanmayın. büyüdüğünüzü fark edin :)


     6- daha önceki shakespeare'e sitem yazımda belirttiğim gibi romantik olun, beklenmedik çıkışlar  yapın.


yukarıdaki belirttiklerimi yapın. baktınız olmadı son çareye baş burabilirsiniz. son çare aşağıdaki grafiğimizde gizli. bu grafiği "bütün kızlar toplandık" seanslarının birinde kendimiz de test ettik onayladık.




baktınız gördünüz bu da sonuç vermedi şansınıza küsmenize izin veriyorum :P


bir sonraki karılıksız cevaplıyor köşesinde buluşmak üzere esen kalın sevgili okuyucularım! 

10 Aralık 2009 Perşembe

5 Aralık 2009 Cumartesi

karılıksız ile tam 90'a! şarkı no: 4

uzun süreden sonra karılıksız ile tam 90'a serisi ile yeniden karşınızdayım!




ayrılık üzer, yıpratır, kahreder, yapar oğlu yapar. ama ayrılık en neşeli bu şarkıyla anlatılır... ümit sayın'dan geliyor: hicran




not: sınav haftam nedeniyle aranızda değildim. bir süre daha da olamayacağım şu lanet sınavlar yüzünden. bloglarınızı okumadığımı düşünmeyin. gözüm hepinizin üzerinde :)

26 Kasım 2009 Perşembe

11 Kasım 2009 Çarşamba

bu gece benim gecem, bu gece benim gecem
cama vuran her damlada seni hatırlıyorum
ve sana susuzluğumu...

bu akşam ümitlerimi
meze yapıp içiyorum, içiyorum, içiyor, içiyorum...

10 Kasım 2009 Salı

5 Kasım 2009 Perşembe

30 Ekim 2009 Cuma

24 Ekim 2009 Cumartesi

23 Ekim 2009 Cuma

sizin hiç içiniz yandı mı?

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı? 



bunu okumuş sevgili başbakanımız. başımız ya... demiş ki "Hiçbir masum yavrunun babası, hiç kimsenin nişanlısı ya da kocası ölmesin." biz de istemiyoruz emin ol. ama ya iyi niyetin suistimal ediliyor ve sen bunu göremiyorsan? sizin hiç içiniz koptu mu telefon beklerken, televizyonda "mehmetçik" programlarını izlerken, yüreğiniz yandı mı? askerdeki evlattan, abiden, sevgiliden, nişanlıdan, eşten haber alınamayan gecelerde neler yapıldığını biliyor musunuz? ya da şöyle söyleyeyim, sizin hiç oğlunuz, yeğeniniz, damadınız, öğrenciniz, komşunuz öldü mü?

9 Ekim 2009 Cuma

dolly'e kardeş gelsin mi?

"karılıksız kendini klonlatsın ki daha sık blog yazabilsin" kampanyası başlatacağım.


katılmak isteyenler sıraya girsin.


sağ baştan sayıyorum


1...

4 Ekim 2009 Pazar

...

unutturamaz seni hiç bir şey unutulsam da ben
her yerde sen her şeyde sen bilmem ki nasıl söylesem
bir sisli hazan kesilir ruhum seni görmesem
neş'emde sen hüznümde sen bilmem ki nasıl söylesem

30 Eylül 2009 Çarşamba

22 Eylül 2009 Salı

şanıma inanma

bu ramazanda...

bu ramazanda, sadece bir kez pide kuyruğuna girdim.

bu ramazanda, "hayret ya, ünlülere ezan okutmadılar bu sene hiç" diye düşünürken televizyonda müslüm gürses'in ezan okuduğunu fark ettim.

bu ramazanda, "sahura kadar gez, iftara kadar uyu" felsefesini yine benimseyemedim.

bu ramazanda, "sevaptır" diyerek küs olduğum kimseyle barışmadım.

bu ramazanda, ramazan boyu evdeyim uzun süre sonra.

bu ramazanda, bu sıcakta dışarıda çalışan insanlara sabır diliyorum.

bu ramazanda, yine kilo aldım. blogun adını "dombili baykuş" ya da "koca popolu teeeyze" olarak değiştirebilirim.

bu ramazanda, mahya da görmedim. hey gidi günler heey!

dal gibi başlayıp topaç gibi bitirdiğim bir ramazanın daha sonuna geldik. pişirmede ve yedirmede emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.

p.s. arefe günü yayınlanmak üzere hazırlanmıştı. bayramınızın üçüncü günü kutlu olsun

21 Eylül 2009 Pazartesi

mail 2 blog

sevgili bloggerler. hepinizin yorumlarını görüyorum ancak ve ancak yayınlayamıyorum. artık last fm ve myspace in gittiği organizasyon da mı gitti blogger bilmiyorum ama ne olduysa çok kötü oldu. bu girdiyi mail yoluyla gönderiyorum. iyi ki mail 2 blog ayarlarını yapmışım. sizleri çok özledim. bloga girip de bu yazıyı okuyabilenler var nasıl varsınız bilmiyorum ama bana bi yardım edin lütfen :( ühühüü :(

20 Eylül 2009 Pazar

blogger seni bi elime geçirsem!

bloggerim açılmıyo. yazmaya başlayıp yarım kalan bi sürü taslak ööylece duruyo. kafayı yemek üzereyim :(

bu arada bayramınız şölen olsun sevgili bloggerlar! =)

14 Eylül 2009 Pazartesi

şair burada ne demek istemiş?









deneme

blogger ana sayfa açılıyo bloglar açılmıyor. az önce de ana sayfa açılmıyor bloglar açılıyordu. hayırdır inşallah

12 Eylül 2009 Cumartesi

bayandan az kullanılmış sol lob





migren bela bi şeydir. bilenler bilir. bilmeyenler de merak etmesin, fazla merak iyi değildir diyenlere bu konuda katılıyorum.

her ne ise dün gece yine bir migren atağında "kafamı kestirip kurtulsam mı?" diye düşünürken "acaba" dedim "beynimin hep sağ tarafını kullandığım için mi bu şekilde sağ tarafta kanın damarlarımdan geçtiğini bile hissederken 21 yıllık fani ömrümde bir kez bile başımın sol tarafının ağrısını hissetmedim?"

"Sağ beyin yaratıcılığı, duygusallığı, seslere ve renklere, hayal gücüne, sezgilere ve soyut algılamalara daha yatkın çalışırken; sol beyin mantıklı, sistematik ve analitik düşünmeye, yazı ve sayılara, ölçme değerlendirme ve eleştirmeye daha yatkın olarak çalışmakta"ymış. 


ömrümde hiç analitik düşünemedim, sayılarla aram hiç iyi olmadı. ben hiç havuz problemi çözemedim ben. yani beynimin pırıl pırıl hiç kullanılmamış bir sol lobu var.

he derseniz ki seslerle renklerle aran iyi de bi beste mi yaptın, bi müzik aleti mi çalıyosun, bi resim mi yaptın ömründe cin ali'den başka. ona da kayır derim. ama işin ilginci her ne kadar bi yetenek gösteremesem de severim bu işlerle uğraşmayı. şarkı söylemeyi severim mesela, resimlere bakmayı, fotoğraf çekmeyi... 

utanmadan iddia ediyorum ki migren ağrısı ile beyin kullanımı doğru orantılıdır!

* memo tembelçizer'e sevgilerimle

11 Eylül 2009 Cuma

karılıksız ile tam 90'a! şarkı no: 2

biz kız milleti yok muyuz biiiz! çok fenayız biz! naz yapma olayının şeyini çıkarabiliriz. ki benim bi arkadaşım var, kızın adı nazlı, anası adını bilmiş de koymuş resmen. böyle bir naz böyle bir buğuz yok kimsede! "fazla naz aşık usandırır bak! sertab bile sonrasında pervane olup 'affet zor kadındım' diyerek kendini affettirmeye çalışıyor" diyorum anlamıyor.
ileride çok söyleyeceksin bu şarkıyı sevgili nazlı haberin olsun!
sertab erener'le 1999a dönüyoruz ve ZOR KADIN!




ps: gecelerce iz sürerek aşk bulunmayacakmış aklınızda bulunsun

macbeeeeth mi yaraaaaaaab!


çizgi roman okumadım bu güne kadar pek. tentenlerim vardı küçükken o kadar ve çok severdim onları. çizgi roman dünya klasikleri çıktığında da seri yapacağımı düşünerek çok sevindim. aşığı olduğum adam Shakespeare'in henüz okumadığım trajedisini bu şekilde okumaya karar verdim. ingilizcesi dururken gittim bir de bunu aldım.

orijinal eser okumaya alışanlar için söylüyorum ki, büyük bir hayal kırıklığı sizi bekliyor. çevirisi nedense kulağımı tırmaladı. dublaj film izler gibi bir tad bıraktı. eğer çeviri işinden biraz anlıyorsanız -ki bu huyu bana edindiren çeviri hocama teşekkürü borç bilirim- , bu gibi durumlarda eserin orijinalini göz önüne getirip "acaba daha iyi nasıl çevirilebilir" diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. her ne kadar iyi bir çeviri olmuş olsa da orijinalini okuyup o tadı almak istiyorsunuz.

ikincisi bazı karakterler tip olarak birbirine çok benziyordu. sürekli karakter listesine dönüp "kim kimdi" diye kontrol etmek zorunda kaldım.

üçüncü handikap ise oyun baya kesilmişti çizgi roman haline getirilirken. o da okuma zevkini alıyor insanın elinden. olaylar için değil, sözcüklerin birbirleri ile oyunu için okuyorsanız yine çok şey beklemeyin derim. daha önce hatim ettiğim "hamlet" bu şekilde yayınlansa kitabı yarısında bırakırdım adım gibi eminim.

artısı yok mu? tabi ki var. okuma alışkanlığı olmayan pek çok kişi okuyacak bu eseri bana göre. hiç yoktan iyidir mantığı devreye giriyor burada. umarım bu beklentim boşa çıkmaz ve bu seri okuma alışkanlığını az da olsa tetikler.


ps: konuyla alakasız ama tahmin edileceği üzere geri döndüm! :)

10 Eylül 2009 Perşembe

birileri açılım peşinde, birileri sel gibi görünen ama kesinlikle normal olmayan bir afetin kaymağını yeme, birileri kendilerine kesilen vergi borcunu gazetesine sür manşet yapma...

peki bu arada neler oluyor? afet bölgesinde en son izlediğim habere göre 32 kişi vefat ediyor, açılımın kutusu açılıyor içinden 8 şehit çıkıyor...

yazamıcam daha fazla!

7 Eylül 2009 Pazartesi

mola!


karılıksızınız biraz keyifsiz bugünlere. ne idüğü belirsiz bi şekilde benekler çıkmaya başladı kollarında bacaklarında ve boynunda. yüzüne doğru ilerliyo. ninesi internetin yaydığı radyasyondan olduğunu iddia ediyo. ama karılıksız bu iddialara "sizden gizli paso çikolata yiyorum şeker komasına girmediğime dua edin" diyemiyo. neden diyemediğini de bilmiyo.

bi de yirmilik diş ağrısı peydah oldu ki temelli keyfi kaçtı bu karılıksız hatunun. koos kocaman bi yüzü oldu. yüzü normalde de kilolar sebebiyle de nur topu, ay parçası vb gibi ama bu sefer asimetrik oldu.

iyi olunca yazıcak yine. selam söyledi hepiciinize

6 Eylül 2009 Pazar

merak ediyorum...


takıntı derecesinde meraklı bir insan olabiliyorum kimi zaman. pek çok şeyi merak ediyorum. öğrenme şansım olanları okuyorum, araştırıyorum, öğreniyorum. ancak "insanın iç dünyası"nın temel faktör olduğu şeyleri öğrenmek pek mümkün olmadığından ölünce öğrenmeyi bekliyorum.

aklıma takılan iki temel nokta var. bunlardan birincisi "acaba bir olay olurken karşımdaki neler düşünüyor ve içten mi davranıyor" bu feci derecede kurcalıyor kafamı. bi kaç kişisel meselem var ve bunları çözmem ne yazık ki imkansız.

hayır bu meraklarım kişisel kalsa yine iyi. atatürk'ün ismet paşa'ya kırgın ölüp ölmediğini, ismet paşa'nın paraları değiştirirkenki asıl amacının atatürk'ü unutturmak olup olmadığını da merak ediyorum. sonuçta bir sürü kaynak var. bir sürü farklı görüş var. ama ben gerçekleri öğrenmek istiyorum.

ikinci merakım da: kişisel tarihimde ufak bir nokta değişik olsa sonuçları nasıl olurdu? şimdi bu biraz karışık nasıl anlatsam bilemiyorum. eğer aranızda kargo'nun yıldızların altında klibini izleyen varsa onlara sesleniyorum. aynen o klipte işlenen olay. izlemeyenler de izlediklerinde anlayacaklardır neden bahsettiğimi. "o hooo... sonsuz ihtimal çıkar karşına." diyenler olabilir. ki öyle de olacaktır zaten. ama tek bir şeyi değiştirip geri kalan herşeyin aynı kalmasını istiyorum. bunu da burada öğrenemem imkansız yine. ancak akıl yürütebilirim. o da sınırlı bilgi sağlıyor. ben yine kesin sonuçlar bulmak ve gerçekleri öğrenmek istediğim için bu da olmuyor öööle bakakalıyorum.

içimden ölünce -eğer cennete gidersem- bu olaylara bi el atmam gerektiği geçiyor sürekli.

bir şeyi daha merak ediyorum


Merak ediyorum 
Ne yapacaksın 
Benden sonraki hayatında  
O alaycı gözlerin 
Eğlenerek bakacak mi başkasına 
Aklın bendeyken hala  
Merak ediyorum 
Rastlayacak mıyız günün birinde 
Herhangi bir yerde  
O çağlayan ruhun 
Sakin tavırlar ardına 
Gizlenecek mi yine  
Yıllar geçtikçe 
Sıradan mı olacaksın 
Yoksa yenilmeyip zamana 
Sevdiğim gibi mi kalacaksın  
Merak ediyorum

4 Eylül 2009 Cuma

her şeyi sezen


severim sezen aksu'yu. küçükken saçlarımı sezen gibi kesmediler diye ağladığım falan olmuştur. o derece yani. şizofren peri den bir mim aldım ve sezen'le yazmak istedim.

artistini sec: sezen aksu

erkek ya da kadın: erkeğim değilsin başka kadının

kendini tanıt: alkışı sevdim, bıçak sırtlarında dolaşmayı, tehlikeli sularda seyredip pupa yelken, geçici emniyetlere ulaşmayı, kadınları, erkekleri, romanları, hele baş kaldıranları...

kendini nasıl hissediyorsun: markizde oturmuş sakin, seyrediyor zamanı gözlerinde tozlarla

şuan yasadigin yeri tanimla: bir elimde defne bir elimde sevdam kalbim ege'de kaldı

herhangi bir yere gitmek isteseydin nereye giderdin: sana büyük caddelerden birinde rastlasam

favori ulasım seklin: ada vapuru yandan çarklı

en iyi arkadasın: yol arkadaşım gördün mü duydun mu gidenleri?

hava nasıl: güz ayrılık taşır

gunun favori zamanı: bir hasret ki her sabah gün ağarırken ben "dilerim yeter ki gün eksilmesin penceremden"

eger hayatın bir tv showu olsaydı adı ne olurdu: helal ettim hakkımı

hayat senin icin nedir: varsın bize vursun felek, ne çeyiz düzdüm emek emek

korkun: gör parklarımı parklarımı bahçelerimi, anla ben büyük harflerden ürktüm

verecegin en iyi tavsiye nedir: acelen ne, bekle firuze

gunun dusuncesi/sozu: öfke ile beslenen çocuklar yalnızlardır

nasıl olmek isterdin: sür gözlerinin namlusuna, sür beni, aşktan olsun ölümüm

su anki ruh durumum: a desen olmaz! aa desen olmaz! birine uysa, öbürüne uymaz!

sloganın: gülümse! hadi gülümse! bulutlar gitsin!



hadi bu mimi isteyenler sıraya girsin :)

özleMİM


mörf mimlemiş beni. çok sevindim valla :) mim konusu özlediklerim imiş. sıralayayım.

- "teninin kokusunu, sımsıcak sohbetini, sohbetini, o sesini" ve bu şarkıyı selami şahin'den dinlemeyi (serbest çağrıştım, arada olur, takılmayın pek)

- okulu, arkadaşlarımı ve evimi

- lise yıllarında yatakhanede geyik yaparken "belletmen geliyor!" haykırışı ile kendi yatağıma gitmek üzere başladığım 100 metre koşularını

- dedemin kucağına oturup onun çocukluğunu dinlemeyi

- onu

- yine lise yıllarında hasta yatarken arkadaşlarımın sürpriz yapıp yemek getirip "ölücen lan ye şunları da ilaçlarını iç, sensiz kimle geyik yaparız yoksa" demelerini

- ortaokul yıllarında dershane servisinin arka dörtlüsünü

- ben küçükken annemin bi tane sarı kadife pijaması vardı. onu giydiğinde anneme sarılır uyurdum. yani normalde de anneme sarılır uyurdum ama o pijama kalmış aklımda her nedense. neyse ne diyodum. anneme sarılıp uyumayı

- memleketimin "evim" olduğu yılları

- büyük ninemler yaşarkenki o büyük ve kalabalık bayram yemeklerini

- bayram sonrası ilk okul gününde kuzenlerle poşetleri çıkarıp bayramda topladığımız şekerleri saymayı

- bir ege kasabasında sağanak yağmurda sabah yollar boşken yavaş yavaş okula gitmeyi

- beden eğitimi dersinde üç kağıt yapıp dersten kaytarmayı

- hafta sonları lisemin yatakhanesinde kalmayı

- ninemin gadalasını (dur söyliyim de yapsın bari)

- ellerim buruşana kadar denizde kalmayı

- yurttan kızlarla gecenin bi yarısı kahve yapıp fal bakıp dershaneye geç kalmayı

- tudem test dergisinin yaz özel sayılarını

- 90lar türkçe popunu

- uzaklarda henüz tanımadığım ve hatta belki de tanışmayacağım birini

- yine onu

- ve şu an aklıma gelmeyen daha bi sürü şeyi

çok ama çoook özledim, özlüyorum, büyük ihtimalle de hep özleyeceğim.

işin acı yanı bunların çoğunun o an tadına varmamam. umarım bundan sonra kıymet biliriz...

bu mim jane parker a wmina ya ve elizaphelia ya babsi ye iris e ve aydın koza'ya gönderirken mörf'e de tekrar teşekkür ediyorum. özlemle...

3 Eylül 2009 Perşembe

mektubum varmış meğersem

"sevgili kardeşim karılıksız.

nasılsın? umarım keyfin yerindedir. geçen gece gördüğüm rüyanın etkisinde kaldım ve senin o güzelim rüya yorumlarını çok özledim. lütfen rüyamı yorumlar mısın?

rüyamda böyle karlarla kaplı bir yerdeymişim. nimet çubukçu varmış. ertuğrul günay varmış ve ne alakası varsa osman baydemir varmış. bunlar açık oturum tarzı bi yerdeymiş. açık havada açık oturum yapıyolarmış. oturumu günay yönetiyomuş. sonra askerler varmış. sonra eski sevgilimle barışmışız. böyle onu özlediğimi söylermişim falan. derken münevver'in babası gelmiş. münevver aslında aşk-ı memnu'daki bihter'miş. sonra benim te ilkokul arkadaşım özge de profesör olmuş. özge ergenekon'dan içeri alınmış, çünkü kalemleri defterleri bi yerlerde dururken o kadar tozlanmış ki gömülmüş gibi olmuş. öyleymiş. onunla selamlaştıktan sonra, ben elimde bi köpekle geziyomuşum. elimdeki köpeğin adı dido'umuş. çünkü kırmızı üzerine beyaz çizgisi varmış köpeğin.

öyle derken uyandım. çok üşüyordum. sence bu rüyamın manası nedir karılıksızcım?

en kısa zamanda cevabını bekliyorum.

seni seven kardeşin

karılıklı"





"sevgili karılıklı

mektubunu aldım. çok sevindim. rüya görmesen mektup yazmayacaktın yani. alacağın olsun.

şimdi rüyanı okudum. çok korkmuş olmalısın. sana sadece iki önerim olacak.

birincisi, lütfen o koca poponu televizyonun karşısından kaldır. izliyorsun izliyorsun, ondan sonra reality show ana haber bülteni karışımı rüyalar görüp gelip bana yorumlatıyorsun. ben de insanım ama lütfen.

ikincisi de lütfen bundan sonra uyumadan önce iyice bi örtün. k*çın açıkta kalırsa böyle rüyalar görmen çok mümkündür. hem zaten kendin de demişsin "rüyamda karlarla kaplı bir yerdeydim diye.

kendine iyi bak kardeşim

hasretle gözlerinden öperim.

karılıksız"

31 Ağustos 2009 Pazartesi

kadınlar trafikte




arabaymış, ehliyetmiş hiç hevesi olmayan birine gidip ehliyet aldırmak oldukça mantıksız bana göre. ama asıl mantıksız olan hevesi olmayan birini önce heveslendirip, sonra da "sen acemisin trafiğe çıkma" demektir.

bu güvensizliğin nereden geldiğini oldukça merak ediyorum. trafikte acemi şöförlerin arkasından binlerce laf eden, kadın sürücü görünce rahatsız etmek manasıyla sıkıştıran erkeklerimiz, nedense bir zamanlar acemi olduklarını ya da kendi eşlerinin ya da kızlarının da bir gün trafiğe çıkacaklarını unutuyorlar sanırım. kendileri olmasa bile hemcinslerinin ne mal olduklarını bildikleri için de "sen acemisin" sözünün arkasına sığınıyorlar.

sen bana şans vermezsen ben nasıl deneyim kazanacağım! ya da sen nasıl öğrendin araba kullanmayı? ananın karnından bu şekilde doğmadın eminim!

30 Ağustos 2009 Pazar

BUgün


gece oldukça geç yattım. sabah "rap rap rap" seslerle uyandım. "noooluyoruz yaaa?!? savaş mı çıktı nooooluyo!?!" anlayamadım bi an nolduğunu ve korktum açıkçası. sonra "rap rap rap" sesleri gittikçe yaklaştı.

"savaşta! barışta! karada! havada ve denizde! her zaman ve her yerde!"

"ohhh" dedim içimden. "bu günde korkulur mu hiç? 87 seneden beri rahat uyuyoruz ya!"

ve rahat uyumamız için, bu vatanın bizim kalması için canları pahasına savaşanlarımızın ruhunu şad edip uykuma geri döndüm. rahatça ve huzur içinde...

ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

kreativ blogger vol:2


sağolsun ayşa da bir ödüle layık görmüş beni. çok teşekkürler, şımartıyorsunuz efendim ben utangaç bi insanım olmuyor böyle alıştırmayın yani :)

daha önce ödülü dağıttığım için tekrar dağıtmıyorum ancak 7 ilginçliğimi yazacakmışım. yazayım bu da ilk "mim"im olsun :)

1- beğendiğim bir şarkıyı pek kimse bilmiyorsa öyle kalmasını isterim. baktım ki herkesin dilinde, kıskanırım o şarkımı.

2- gtalk kullanırım. hem de severek.

3- yabancı diller konusunda maymun iştahlıyım. ispanyolca, yunanca, fransızca, almanca, rusça... denedim bunların hepsicini...

4- ben aslında şaşkının tekiymişim meğersem!

5- şimdi internette biriyle konuşurken eğer o kişinin sesini biliyorsam türk filmi etkisi oluyor. beynim dublaj yapıyor yazılara

6- istanbul doğumlu olmama rağmen istanbul a hiç gitmedim

7- sıralamaya çalıştığımda hiç bir ilginç özelliğim yokmuş gibi hissediyorum

ayşa'ya tekrar teşekkür ederim efem :)

28 Ağustos 2009 Cuma

365 gün 6 saat


ilkokul yıllarım gayet güzel geçmişti. okula okuma yazma bilerek gittiğim için öğretmenin tahtaya çizdiği çubukları rahatlıkla yapıyor, okuma yarışlarında hep birinci oluyor, doğal olarak da kitaplardaki parçaları içimizden okumamız için verdiği süreyi çabucak kullanıp geri kalan zamanda da silgi tozundan hamur yapıyordum.

her şey ilkokul öğretmenimin "zaman" kavramını anlatmaya başladığı gün değişti. ilk önce bir günün 24 saat olduğunu söyledi. ondan sonra da "bir yıl 365 gün 6 saattir" dedi. anlamamıştım! ilk defa öğretmenimin söylediği bir şeyi anlamamıştım!

"bir gün 24 saat ise 365 gün nasıl 6 saate sığar!"

biraz düşündüm olmadı. bi kaç matematiksel basit işlem yapayım dedim, yine olmadı. gittim ve öğretmenime sordum:

- örtmenim şimdi siz bizee... bir yııl... aman işte bir güün 24 saat diyosunuz yaaa
- evet karılıksız. bir gün 24 saattir.
- amaa ööreetmenim... siiiz... bizee... bir yıl 365gün 6 saattir de diyosuunuuz.
- evet kızım öyle
- amaaa... örtmeniiim. 365 gün 6 saate nası sığaaar?
- kızım git yerine otur problem çözücez şimdi. hadi yavrucum.

kafamda koccaman bir soru işareti ile yerime döndüm ve o soruyu bir daha hiç bir öğretmenime sormadım.

geçtiğimiz yıl belediye otobüsünde evime doğru giderken aniden kafamda bir ampul yandı. bir yıl "365 gün 6 saat" değil "365 gün VE 6 saat"ti! artık yılı yapan o 6 saatlerdi!

ufacık bir ifade eksikliği ömrümün tam 13 senesi boyunca kafamı kurcalamıştı. kooskoca 13 sene boyunca bilinçaltım, benden habersiz bir şekilde bu soruyu ve sorunu çözmeye çalışmış ve hiç ummadığım bir anda ortaya çıkarak beni mutlu etmişti.

bi kaç arkadaşıma bu durumu anlattığımda "salak! yeni mi fark ettin!" dediler. "evet" dedim "yeni fark ettim"

26 Ağustos 2009 Çarşamba

geh pisi pisi!


televizyonda "kedi ağaca çıktı itfaiye kurtardı" "kedi apartman boşluğuna düştü itfaiyeciler kurtardı" haberlerine hepimiz aşinayız. bu yaz başında izmir'de yavru kedinin tekinin araba motoruna sıkışmış, taksici olan araba sahibi motordan gelen miyavlamalar sonucu olayın farkına varmıştı.

bütün bu haberleri izlerken "elalemin kedisi ne aptal. benim koklangaç'im kapıları bile açabiliyor. çok zeki benim kedim" diye geçirirdim içimden.

dün ya da önceki gün, bi ara bahçe kapısını açık unutmuşuz. böyle hep kapısı açık hem teli açık. annem bi çığlık bastı "kim açık unuttu bunu! fare gircek eve!" diye. azarı bastı kapıyı kapattı işlerine geri döndü.

dün koklangaç bi garip davranıyo böyle sürekli etrafı koklama hali. annem anladı durumu. "kesin fare gitti. kim açık unuttu o kapıyı" diye söylenmeye başladı. neyse, koklangaç bari fareyi yakalasın da işe yarasın dedik. koltuğu kaldırdık. o sırada siyah bi şey hareket etti ve kedimiz peşinden fırladı gitti. sonra bunlar kovalamacaya girişti. biz kapıyı yine açtık. fare çıktı. koklangaç da azıcık gezindi geri geldi.

biz koltuğu öyle yamuk unutmuşuz. itmemişiz sahurluk hazırlama telaşına düşüp. sonra yatıcaz. koklangaçı yerine kaldıralım dedik. aman tanrım! kedi yok piyasada! ara allah ara! yok!

bi ara "mıyk" tarzı bi ses duyduk. ses mobilyanın o taraftan geliyor. sağına baktık, soluna baktık. anaaaam bi baktık mobilyanın aralığından kasasının içine girmiş!

be şaşkın şey! nerden bildin de girdin oraya! çağırıyoruz. "gel pisi pisi" yok! hatun kılını kıpırdatmıyo. elimizi sokup alamıyoruz da. ben de içimden geçiyorum o anda "acaba bu kediyi buradan itfaiyeciler mi mobilyacılar mı çıkartır" diye. hey allam...

neyse. mamasını felan getirdik kokusuna bi şekilde çıktı.

ben de kanaatimi getirdim "ne kadar zeki de olsa kedi kedidir ve bi yere sıkışmak kedilerin birinci zevkidir" :)

25 Ağustos 2009 Salı

arada bir


kreativ blogger


ayyy! şuncacık yazımla beni de ödüle layık görmüşler. çok duygulandım yaaa :') göğe bakma durağındaki mor kediye teşekkürlerimi sunarım :) çok mutlu ettiniz beni sayın mor kedi!
ne diyeceğimi bilemedim ya :)
en iyisi en yaratıcı bulduğum 7yi açıklayayım :)
p.s: bir kaçınız bu ödülü daha önce almış olabilirsiniz. ama olsun bi daha alın :)

24 Ağustos 2009 Pazartesi

karılıksız ile tam 90'a! şarkı no: 1

sevgili izleyicilerim! izlemeden de olsa bloguna göz atan kaçan okuyucularım!

hepiniz yeni dizimiz "karılıksız ile tam 90'a"ya hoş geldiniz!

"hayat zaten adil değil yeaa" diyebilirsiniz. ki sonuna kadar da haklısınızdır bunu derken. amma ve lakin bunu derken, zaten boktan olan hayatı, ağlak zırlak şarkılarla daha da boktan hale getirmeye ne gerek var ki!

evet!

isyan etmesine rağmen ağlak olmayan bir şarkıyla karşınızdayız!

mirkelam'dan geliyor. "ah bir joker!"



22 Ağustos 2009 Cumartesi

bir yaz tatili nasıl zehir olur? vol:1

evimden ayrı yaşadığım son 7 senede memleket pek uzak gelmeye başladı. yakın akrabalar dışında bütün herkes yabancı gibi sanki. gidecek yer yok, buluşacak arkadaş yok, tanıdık yok. sanki ömrümün ilk 13 senesini orda geçirmedim! bu kadar mı yabancılaşır bir insan memleketine?

her ne ise. okulun kapanmasına yakın yine afakanlar bastı beni "yine oraya gideceğim yine sıkıntıdan patlayıp geri döneceğim" diye. okul kapanmasın diye dualar ettim ama istesem de istemesem de kapandı. yaz okuluna kalayım dedim. açıkçası onu da gözüm yemedi o sıcakta gel git ders çalış... ölme eşeğim ölme!

memlekete geldik. ilk bir kaç gün gelendi gidendi derken gayet güzel eğlenceli ve yoğun geçti. akraba ziyaretleri, gece gezmeleri falan filan. kendimi o yoğunluk ve yorgunluktan da bi şekilde kurtardım. yalnız kalmaya, kafamı dinlemeye ihtiyaç duyuyordum. annemler sağolsun "artık yazlığa gidelim de dinlen. zor bi sene geçirdin" dediler. toparlandık çıktık yola. normalde yazlık bir belde olduğu için yazlık ve ev birbirine çok yakın sayılmasa da çok uzak sayılmayan mesafede. gittik, evimizi temizledik, alışverişimizi yaptık.

tam balkonda sandalyelere kurulup "dünya varmış be!" diyeceğimiz zaman o ilk telefonu aldık. dıdısının dıdısının dıdısı merkez ilçeye düğün için gelmiş, geri dönmeden bize de uğrayacakmış. "gelin buyrun" dedik başladık hazırlığa. odalarını hazırladık. yemek yaptık falan. iki saat sonra bizdelerdi. oturduk hep beraber. sohbet ettik, yemek yedik yattık uyuduk. açıkçası hiç bir rahatsızlık da vermediler haklarını yemeyeyim.

neyse, bu misafirler ayrılmadan, bir telefon daha geldi. bu kez gelen ninemin çok uzaktan bir akrabası idi. kendisi, kızı, oğlu, damadı ve gelini ile geldiklerini, gelin ve damadın bizim buraları daha önce görmediklerini, turistik bir gezi olacağını, oğlan, gelin, kız ve damadın otelde yer ayırttığını haber verdiler. ilk kez o zaman "ahanda mıçtın karılıksız!" dedim içimden.

işe koyulduk, odaları temizledik, yatılacak yerleri ayarladık. yeniden yemek yaptık. ikinci kafile de geldi. bi baktık ki küçük oğlunu da getirmiş gelen misafir. haydaa! e tamam gelsin de ben nerde yatıcam!?! çok ciddiyim ki yatacak yer kalmadı bana. annemin ya da ninemin yanına kıvrılıp yatabilirdim ama ben çok huysuzumdur. birisiyle beraber uyuyamam. (pis pis gülmeyi kesin. cidden uyuyamam birisiyle. hele de yaz sıcağında!)

bu deve kadar boyla iki koltuğu birleştirdim orada uyudum, ya da uyur gibi yaptım zira o rahatsız yerde hiç kimse uyuyamaz eminim.

geceleri otelde kalsalar da oğlan-gelin, kız-damat ikilileri bizdelerdi bütün gün. yemek yapan annene yardım et karılıksız, kek yap karılıksız, bulaşık yıka karılıksız, çay yap karılıksız, servis aç karılıksız. bizde geçirdikleri 3 gün boyunca kıçımı yere koyamadım. hatta lisede koca karı işlerinden çok anlayan bi arkadaş misafirin ayakkabısının altına tuz ekersen çabuk giderler demişti. tuz gölü yaptım eve her girdiklerinde ayakkabılarının altını. e tabi bilemiyorum işe yaradı mı yaramadı mı. belki bi hafta kalacaklardı işe yaradı da az kaldılar. peh peh peh!

az dinlendim dinlenmedim bi arkadaşım geldi. neyse arkadaşla biraz eğlendik, gezdik falan filan.

bi hafta kadar ara vermiştik ki misafirlere o ilk başta bahsettiğim dıdısının dıdısının dıdısı ile ortak bi tanıdık geldi. biz arkadaşlarla plajdayız. telefon geliyo "karılıksız çabuk eve git ninene yardım et kızım. feşmekan ablanlar gelicekmiş. yoldaymış. biz de çıktık dönüyoruz evden" geldikleri yer, hiç abartmıyorum bi günlük yol. haber verdikleri yer burnumuzun dibi! koşa koşa eve dön. nineye yardım et. gelenler "ay karılıksızcığım ne kadar büyümüşsün! biz buraya en son annenin düğününde gelmiştik -yani 22 sene olmuş- kocaman kız olmuşsun ya sen" desinler. kibar kibar iki gülümse. bi iki gün kalsınlar onlar da gitsinler. ve giderlerken emin ol ki otel parası vermeyi bi tarafları yemediği için geldiler, annemi ya da ninemi özledikleri için değil.

işte sevgili okur.

tatil diye çıkmıştım yola üniversitemden, kampüsümden ayrılırken. demiştim ki "hiç bi şey yapmazsam bile annemle ninemle vakit geçiririm zaten özlüyorum" demiştim. ama sağolsunlar ona bile müsade etmediler tatil beldelerini dolduran yazlıkçılar. eğer bir gün kendime yazlık alırsam far far away kasabasından alacağım. belki orada bulamazlar bizi. emin olun ki o zaman "bir yaz tatili nasıl zehir olmaz" konulu yazımla karşınıza çıkacağım.

saygılar

bugün ne pişirsem?

taşın fıcı (is): hiç bir şey yemeyen, mızmızlanan insana yemesi söylenilen şey. (ayrıca bkz: taşın kökü, zıkkımın kökü, zıkkımın peki)

21 Ağustos 2009 Cuma

şaka mı bu?

rüyalarım gerçek olsa onu her gün görmezdim. zaten her gün rüyamda da görmüyorum. ama onunla ilgili bir şey olacağında, adını anacağımda, ondan haber alacağımda ya da arkadaşlarım -arkadaş sandıklarım- onunla iletişime geçeceğinde bana malum oluyor ve sabaha kadar onunla ilgili rüyalar görüyorum.
hayır yani durup dururken, tam unutmuşken bi rüya çıkıyor ve bütün düzenimi alt üst ediyor. ne yani? şaka falan mı bu?
bir gece sabaha kadar onunla karşılaştığımızı ve benim içimdeki herşeyi döküp bütün hırsımı kinimi ortaya döktüğümü kuruyorum kafamda. "öyle derse böyle derim, şöyle derse şöyle cevap veririm. sonra da lafımı kor giderim!" diyorum içimden.
ertesi gün bi haber alıyorum. arkadaşıma benden bahsetmiş.
başka bir gece arkadaşlarımızla gezip eğlendiğimizi görüyorum. yaşanan herşeyin yine yaşandığını ama böyle olmadığını, şimdiki gibi olmadığını görüyorum.
ertesi gün bi öğreniyorum, arkamdan iş çevrilmiş de haberim olsunmuş!
başka bi gece, yine o. yine geziyoruz. yürüyoruz şehrimizin o uzun kalabalık caddesinde bir yere yetişme telaşı ile. uyanıyorum. "ne olur çık hayatımdan! sen unutamadım sanıyorsun ama yoksun sen artık!"
ertesi gün hocamız arıyor. "o nasıl neler yapıyor tatili nasıl gidiyor?" diye soruyor. "içimden kafasına benim kadar taş düşmüştür inşallah!" diyor telefona "bilmem ki hocam. hiç vakit olmadı gelen gidenden. okul açılınca görüşürüz artık!" diyorum.
tekrar soruyorum. bilinç altım bana şaka mı yapıyorsun yoksa dalga mı geçiyorsun?

wristcutters

"intihar etmeyeceksek içelim bari" cümlesiyle başlayan o mükemmel kitabı okuduğum günlerde çok düşündüm. ölmeye yatmak... hani insanların çok korktuğu, son olarak düşündüğü, çok yakın olmasına rağmen çok uzak olan şeyi davet edince acaba ne getirir bize diye.
bir gün beni lavabonun önünde elimden düşmüş tıraş bıçağı ile kan havuzunun içinde yatarlarken görseler, ne yapardı arkamdan o çok sevdiklerim ve çok sevenler ya da ben kendimi nerede bulurdum? cevap kesinlikle "gogol bordello şarkıları eşliğinde cehennemde bulursun" değildi.
kandırmayalım birbirimizi. çok da düşünmedim bu konu hakkında. ama "Köşedeki yatağı açtım. Çırılçıplak içine girdim; ölmeye yattım." ifadesi çok güzel geldi kulağıma. "100 yıl okusan 40 yıl düşünsen böyle bi ifade gelmez senin aklına karılıksız. zorlama kendini senden yazar olmaz" dedim sonra da.
sonra bir akşam kendime sinema gecesi düzenledim. güya gerilim filmi izleyip korkacak, korkacak yine korkacaktım! "wristcutters" yazan dosyayı açtım. media playerı çalıştırdım. filmi başlattım. ama ne bileyim oradaki "wristcutters"ın kendi bileklerini keserek intihar eden insanlar olduğunu!
daha fazla ipucu vermeyeyim ama film gerçekten izlenmeye değer bir film bana göre. ne yapın edin bulun izleyin. aklınızda böyle sorular varsa ilginç bir bakış açısıyla cevap getiriyor o sorulara.
neyse. öyle bi şeyler işte. kaçtım ben!

sahurlamak ya da sahurlayamamak, işte bütün mesele bu!






sahurlamak (f) ramazan ayında sahura sıcacık yatağını, mışıl mışıl uykusunu terkederek yataktan kalmak istemeyen ya da kalkamamaktan korkup "hiç yatmamak uyanamamaktan daha iyidir!" diyen bireylerin eylemi.

ayrıca

sıçtın mavisi (dey) 1. yetiştirmek üzere olunan bir ödev hazırlanırken ya da kastıran bir dersin sınavına çalışılırken seher vaktinde ufkun aldığı renk. 2. sahurlamak eylemini gerçekleştirmeye çalışan ancak başarılı olamayan bireyin ezan okunurken ufka baktığında gördüğü renk.

evet, tez dönemi sonrası ilk kez bugün karşılaşacağım bu renkle. öyle bir his var içimde.

20 Ağustos 2009 Perşembe

karılıksız'ın kadınları


ya telefondan bloglarda gezerken blogun birinde "çoklu kişilik bozukluğum yok ama bi sürü kadın var içimde" ana fikirli eğlenceli bir yazı okumuştum. sanırım mrs. baros tandı ama yok hatunun blogunda öyle bi yazı.
diyecektim bunu mim konusu yap ilk olarak da beni mimle. ama olmadı ne yazık ki.
her ne ise...
benim de çeşitli ortamlara göre çeşitli rollerim o kadar farklı kimliğim var. tanışın bakalım onlarla da:
cansu: arkadaş ortamlarının vazgeçilmez geyikçisi. iğrenç de olsa yaptığı esprilerle insanların yüzüne kocaman bir gülücük oturtmayı kendine görev edinmiş bir... bir... bir ACID!

alev: sinirlenince etrafa adı gibi alev saçan, mükemmeliyetçi, titiz, katı yönetici. kendisi kontrol etmediği işlerin kötü gideceğini düşünen ve çevresindekilerin sorumsuzluklarından mıdır nedir bilinmez her işini kendi yapan boynu kalın iş insanı.
güzin: "anası adını bilmiş de koymuş" dedirten anaç tavuk. güzin abla misali derdi olanın yardımına koşar. "ne olursan ol yine gel" der bir de onlarca kazık yediği insanlara. "gelme istemem" demeyi öğrenmenin zamanı geldiğini düşünür.
paris: asıl adı ümit tir. hilton otellerinin sahibi olmasa da g*t kadar evinde yaz boyunca otele para vermek istemeyen akıllı tanıdıkları misafir etme rekorunu elinde bulundurduğu için ona acıyan ama bu durumla dalga geçen arkadaşları adını değiştirip ona bu şekilde seslenme kararı almıştır. evin kapısına "velkam tu di hootel kaaalifornyaaa!" yazıp, yüksek lisansını turizm otelcilikten yapmayı düşünür. "madem bir iş yapıyoruz tam yapalım"
feride: eğitim fakültesini bitirince kpss'den idare eder bir puan alıp "sen neresi dersen orası olsun devlet baba. sen benden daha iyi biliyorsun sonuçta" diyerek tayin edilmiştir. doğuda tanrı'nın bile unuttuğu yer şeklinde tanımlanacak bir yerde görevini severek yapmaktadır -ya da bunun hayallerini kurmaktadır-
deniz: kronik muhaliftir. mantıklı olsun ya da olmasın -hükümetin yaptığı- her şeye muhalefet eder.
evet benim içimdeki kişilikler bunlardan ibaret. bunu bir mim'e dönüştürüyorum. tekrar söylüyorum fikir bana ait değil ancak konuyu çok sevdiğim için yazmadan edemedim.
mimlendiniz ;)
edit: yazının asıl sahibini sonunda buldum evreka! buradan buyrun

19 Ağustos 2009 Çarşamba

inanıyorum ki

hümanizmden kırılacağım bu gidişle. ölümüm hümanizmden de olabilir. insanlara sonsuz bir sevginin yanında güven de duyuyorum.
şimdi sizlere hiç "bi çok kazık yedim bu dünyada. güvenmeyeceksin kardeşim!" muhabbeti yapmayacağım. sonuçta hepimiz biliyoruz ki güven olmadan bi boka benzemiyor insan ilişkileri. az ya da çok bi şekilde güveniyoruz bi şeyler paylaşıyoruz insanlarla. sonuçta insan ilişkilerinin kökeni güven di mi ama.
neyse
geçen gün bana "din" dersi vermeye çalışan bir yine derin düşüncelere dalmama neden oldu.
her hangi bir insana madden ya da manen zarar vermek ya da kalp kırmak içkiden daha mı büyük bir günah?
inanıyorum ki "iyi bir insan" olursam ve "inanırsam" içkime ve diğer çeşitli günahlarıma rağmen bir gün affedilerek o cennet bahçelerinde gezintiye çıkabileceğim.
inanıyorum işte...

17 Ağustos 2009 Pazartesi

kimmiş bu karılıksız karı bakalım!?!

karılıksız (s) ege'de bir kadının hamarat olmadığını, ev işinden anlamadığını kısaca "karılık" görevini yerine getiremediğini ya da getiremeyeceğini bildiren sözcük.
annemin en çok kullandığı sıfattır kendisi. kek yaparken üstüme yumurtalı karışımdan sıçrattığımda, temizlik yaparken dikkatsizce dönüp arkadaki sehpadaki bardağı kırdığımda falan söyler. annedir işte bi şekilde beğenmez hiç bir yaptığımı. "falancanın kızı..." diye başlayan nutuklar "kara sevdaya mı tutuldun nedir?" ile devam eder "karılıksız ne olacak!" diye sonlanır.
aslında suç biraz da annemdedir. her yurdum öğrencisi gibi parasız yatılı sınavı, lgs, öss, yds derken "aman kızım sen çalış ileride nasılsa öğrenirsin" diyerek elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmamak kaydıyla bir 18 sene geçirttikten sonra kısacık hayatımın son 3 senesine kendisinin uzun yıllara yayarak rahat rahat öğrendiği bilgileri sıkıştırarak hayatımı sıkıcıbir hale getirmiştir. ama anne olması ona kızmayı imkansız kılmaktadır.
ev işlerinden arta kalan zamanlarda akademik çalışmalarıma devam ederim ben de... ileride evinin kadını, fakültesinin yardımcı doçenti olacağım günlerin hayalini kurarım kendi kendime, henüz lisans eğitimimi bile tamamlayamamış iken :)
başka neler yaparım neler yapmam...
okurum, yazmak isterim, bir dize, bir ifade, hatta bir sözcük görür "bunun gibisini yazamam ki ben!" dedirtir vaz geçerim.
çok güzel cam silerim.
güzin abla sayfalarına taş çıkartacak nasihatlerde bulunurum.
(ama) kendi söküğümü dikemem.
çok deli geyik yaparım.
sinirlendiğimde bir hışımla ütü yapar bütün sinirimi stresimi atarım.
sadece giyeceğim giysilere para veririm.
sabah uyandıktan sonra saatlerce yatakta dönüp durmaya bayılırım.
çocuklar gibi sever, devler gibi ıstırap çekerim.
dersi dinlemezsem anlayamam, sınava çalışsam da başaramam, o nedenle tüm sınıf dersi kırsa bile, sınıfta sadece bir elin parmakları kadar insan kalsa da o derse gider dinler çıkarım.
dahi anlamındaki "de"yi ayrı yazarım. ayrıca ilgi zamiri "ki", bağlaç olan "ki" ve sıfat yapanı karıştırmam, gururlarını kırmam zavallıların insan içinde.
çok fazla mesaj yazar telefonu elimden düşürmem.
mesaj yazarken t9 kullanır, enerji tasarrufu sağlarım.
---0---
böyle işte. bilemedim ki nasl bitireceğimi. muhtemelen bi süre kendim yazıp kendim okuyacağım buralarda. ama eğer ki birileri bu yazıyı okursa hoş geldiniz şimdiden dünyama! :)

.

.