31 Ağustos 2009 Pazartesi

kadınlar trafikte




arabaymış, ehliyetmiş hiç hevesi olmayan birine gidip ehliyet aldırmak oldukça mantıksız bana göre. ama asıl mantıksız olan hevesi olmayan birini önce heveslendirip, sonra da "sen acemisin trafiğe çıkma" demektir.

bu güvensizliğin nereden geldiğini oldukça merak ediyorum. trafikte acemi şöförlerin arkasından binlerce laf eden, kadın sürücü görünce rahatsız etmek manasıyla sıkıştıran erkeklerimiz, nedense bir zamanlar acemi olduklarını ya da kendi eşlerinin ya da kızlarının da bir gün trafiğe çıkacaklarını unutuyorlar sanırım. kendileri olmasa bile hemcinslerinin ne mal olduklarını bildikleri için de "sen acemisin" sözünün arkasına sığınıyorlar.

sen bana şans vermezsen ben nasıl deneyim kazanacağım! ya da sen nasıl öğrendin araba kullanmayı? ananın karnından bu şekilde doğmadın eminim!

30 Ağustos 2009 Pazar

BUgün


gece oldukça geç yattım. sabah "rap rap rap" seslerle uyandım. "noooluyoruz yaaa?!? savaş mı çıktı nooooluyo!?!" anlayamadım bi an nolduğunu ve korktum açıkçası. sonra "rap rap rap" sesleri gittikçe yaklaştı.

"savaşta! barışta! karada! havada ve denizde! her zaman ve her yerde!"

"ohhh" dedim içimden. "bu günde korkulur mu hiç? 87 seneden beri rahat uyuyoruz ya!"

ve rahat uyumamız için, bu vatanın bizim kalması için canları pahasına savaşanlarımızın ruhunu şad edip uykuma geri döndüm. rahatça ve huzur içinde...

ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

kreativ blogger vol:2


sağolsun ayşa da bir ödüle layık görmüş beni. çok teşekkürler, şımartıyorsunuz efendim ben utangaç bi insanım olmuyor böyle alıştırmayın yani :)

daha önce ödülü dağıttığım için tekrar dağıtmıyorum ancak 7 ilginçliğimi yazacakmışım. yazayım bu da ilk "mim"im olsun :)

1- beğendiğim bir şarkıyı pek kimse bilmiyorsa öyle kalmasını isterim. baktım ki herkesin dilinde, kıskanırım o şarkımı.

2- gtalk kullanırım. hem de severek.

3- yabancı diller konusunda maymun iştahlıyım. ispanyolca, yunanca, fransızca, almanca, rusça... denedim bunların hepsicini...

4- ben aslında şaşkının tekiymişim meğersem!

5- şimdi internette biriyle konuşurken eğer o kişinin sesini biliyorsam türk filmi etkisi oluyor. beynim dublaj yapıyor yazılara

6- istanbul doğumlu olmama rağmen istanbul a hiç gitmedim

7- sıralamaya çalıştığımda hiç bir ilginç özelliğim yokmuş gibi hissediyorum

ayşa'ya tekrar teşekkür ederim efem :)

28 Ağustos 2009 Cuma

365 gün 6 saat


ilkokul yıllarım gayet güzel geçmişti. okula okuma yazma bilerek gittiğim için öğretmenin tahtaya çizdiği çubukları rahatlıkla yapıyor, okuma yarışlarında hep birinci oluyor, doğal olarak da kitaplardaki parçaları içimizden okumamız için verdiği süreyi çabucak kullanıp geri kalan zamanda da silgi tozundan hamur yapıyordum.

her şey ilkokul öğretmenimin "zaman" kavramını anlatmaya başladığı gün değişti. ilk önce bir günün 24 saat olduğunu söyledi. ondan sonra da "bir yıl 365 gün 6 saattir" dedi. anlamamıştım! ilk defa öğretmenimin söylediği bir şeyi anlamamıştım!

"bir gün 24 saat ise 365 gün nasıl 6 saate sığar!"

biraz düşündüm olmadı. bi kaç matematiksel basit işlem yapayım dedim, yine olmadı. gittim ve öğretmenime sordum:

- örtmenim şimdi siz bizee... bir yııl... aman işte bir güün 24 saat diyosunuz yaaa
- evet karılıksız. bir gün 24 saattir.
- amaa ööreetmenim... siiiz... bizee... bir yıl 365gün 6 saattir de diyosuunuuz.
- evet kızım öyle
- amaaa... örtmeniiim. 365 gün 6 saate nası sığaaar?
- kızım git yerine otur problem çözücez şimdi. hadi yavrucum.

kafamda koccaman bir soru işareti ile yerime döndüm ve o soruyu bir daha hiç bir öğretmenime sormadım.

geçtiğimiz yıl belediye otobüsünde evime doğru giderken aniden kafamda bir ampul yandı. bir yıl "365 gün 6 saat" değil "365 gün VE 6 saat"ti! artık yılı yapan o 6 saatlerdi!

ufacık bir ifade eksikliği ömrümün tam 13 senesi boyunca kafamı kurcalamıştı. kooskoca 13 sene boyunca bilinçaltım, benden habersiz bir şekilde bu soruyu ve sorunu çözmeye çalışmış ve hiç ummadığım bir anda ortaya çıkarak beni mutlu etmişti.

bi kaç arkadaşıma bu durumu anlattığımda "salak! yeni mi fark ettin!" dediler. "evet" dedim "yeni fark ettim"

26 Ağustos 2009 Çarşamba

geh pisi pisi!


televizyonda "kedi ağaca çıktı itfaiye kurtardı" "kedi apartman boşluğuna düştü itfaiyeciler kurtardı" haberlerine hepimiz aşinayız. bu yaz başında izmir'de yavru kedinin tekinin araba motoruna sıkışmış, taksici olan araba sahibi motordan gelen miyavlamalar sonucu olayın farkına varmıştı.

bütün bu haberleri izlerken "elalemin kedisi ne aptal. benim koklangaç'im kapıları bile açabiliyor. çok zeki benim kedim" diye geçirirdim içimden.

dün ya da önceki gün, bi ara bahçe kapısını açık unutmuşuz. böyle hep kapısı açık hem teli açık. annem bi çığlık bastı "kim açık unuttu bunu! fare gircek eve!" diye. azarı bastı kapıyı kapattı işlerine geri döndü.

dün koklangaç bi garip davranıyo böyle sürekli etrafı koklama hali. annem anladı durumu. "kesin fare gitti. kim açık unuttu o kapıyı" diye söylenmeye başladı. neyse, koklangaç bari fareyi yakalasın da işe yarasın dedik. koltuğu kaldırdık. o sırada siyah bi şey hareket etti ve kedimiz peşinden fırladı gitti. sonra bunlar kovalamacaya girişti. biz kapıyı yine açtık. fare çıktı. koklangaç da azıcık gezindi geri geldi.

biz koltuğu öyle yamuk unutmuşuz. itmemişiz sahurluk hazırlama telaşına düşüp. sonra yatıcaz. koklangaçı yerine kaldıralım dedik. aman tanrım! kedi yok piyasada! ara allah ara! yok!

bi ara "mıyk" tarzı bi ses duyduk. ses mobilyanın o taraftan geliyor. sağına baktık, soluna baktık. anaaaam bi baktık mobilyanın aralığından kasasının içine girmiş!

be şaşkın şey! nerden bildin de girdin oraya! çağırıyoruz. "gel pisi pisi" yok! hatun kılını kıpırdatmıyo. elimizi sokup alamıyoruz da. ben de içimden geçiyorum o anda "acaba bu kediyi buradan itfaiyeciler mi mobilyacılar mı çıkartır" diye. hey allam...

neyse. mamasını felan getirdik kokusuna bi şekilde çıktı.

ben de kanaatimi getirdim "ne kadar zeki de olsa kedi kedidir ve bi yere sıkışmak kedilerin birinci zevkidir" :)

25 Ağustos 2009 Salı

arada bir


kreativ blogger


ayyy! şuncacık yazımla beni de ödüle layık görmüşler. çok duygulandım yaaa :') göğe bakma durağındaki mor kediye teşekkürlerimi sunarım :) çok mutlu ettiniz beni sayın mor kedi!
ne diyeceğimi bilemedim ya :)
en iyisi en yaratıcı bulduğum 7yi açıklayayım :)
p.s: bir kaçınız bu ödülü daha önce almış olabilirsiniz. ama olsun bi daha alın :)

24 Ağustos 2009 Pazartesi

karılıksız ile tam 90'a! şarkı no: 1

sevgili izleyicilerim! izlemeden de olsa bloguna göz atan kaçan okuyucularım!

hepiniz yeni dizimiz "karılıksız ile tam 90'a"ya hoş geldiniz!

"hayat zaten adil değil yeaa" diyebilirsiniz. ki sonuna kadar da haklısınızdır bunu derken. amma ve lakin bunu derken, zaten boktan olan hayatı, ağlak zırlak şarkılarla daha da boktan hale getirmeye ne gerek var ki!

evet!

isyan etmesine rağmen ağlak olmayan bir şarkıyla karşınızdayız!

mirkelam'dan geliyor. "ah bir joker!"



22 Ağustos 2009 Cumartesi

bir yaz tatili nasıl zehir olur? vol:1

evimden ayrı yaşadığım son 7 senede memleket pek uzak gelmeye başladı. yakın akrabalar dışında bütün herkes yabancı gibi sanki. gidecek yer yok, buluşacak arkadaş yok, tanıdık yok. sanki ömrümün ilk 13 senesini orda geçirmedim! bu kadar mı yabancılaşır bir insan memleketine?

her ne ise. okulun kapanmasına yakın yine afakanlar bastı beni "yine oraya gideceğim yine sıkıntıdan patlayıp geri döneceğim" diye. okul kapanmasın diye dualar ettim ama istesem de istemesem de kapandı. yaz okuluna kalayım dedim. açıkçası onu da gözüm yemedi o sıcakta gel git ders çalış... ölme eşeğim ölme!

memlekete geldik. ilk bir kaç gün gelendi gidendi derken gayet güzel eğlenceli ve yoğun geçti. akraba ziyaretleri, gece gezmeleri falan filan. kendimi o yoğunluk ve yorgunluktan da bi şekilde kurtardım. yalnız kalmaya, kafamı dinlemeye ihtiyaç duyuyordum. annemler sağolsun "artık yazlığa gidelim de dinlen. zor bi sene geçirdin" dediler. toparlandık çıktık yola. normalde yazlık bir belde olduğu için yazlık ve ev birbirine çok yakın sayılmasa da çok uzak sayılmayan mesafede. gittik, evimizi temizledik, alışverişimizi yaptık.

tam balkonda sandalyelere kurulup "dünya varmış be!" diyeceğimiz zaman o ilk telefonu aldık. dıdısının dıdısının dıdısı merkez ilçeye düğün için gelmiş, geri dönmeden bize de uğrayacakmış. "gelin buyrun" dedik başladık hazırlığa. odalarını hazırladık. yemek yaptık falan. iki saat sonra bizdelerdi. oturduk hep beraber. sohbet ettik, yemek yedik yattık uyuduk. açıkçası hiç bir rahatsızlık da vermediler haklarını yemeyeyim.

neyse, bu misafirler ayrılmadan, bir telefon daha geldi. bu kez gelen ninemin çok uzaktan bir akrabası idi. kendisi, kızı, oğlu, damadı ve gelini ile geldiklerini, gelin ve damadın bizim buraları daha önce görmediklerini, turistik bir gezi olacağını, oğlan, gelin, kız ve damadın otelde yer ayırttığını haber verdiler. ilk kez o zaman "ahanda mıçtın karılıksız!" dedim içimden.

işe koyulduk, odaları temizledik, yatılacak yerleri ayarladık. yeniden yemek yaptık. ikinci kafile de geldi. bi baktık ki küçük oğlunu da getirmiş gelen misafir. haydaa! e tamam gelsin de ben nerde yatıcam!?! çok ciddiyim ki yatacak yer kalmadı bana. annemin ya da ninemin yanına kıvrılıp yatabilirdim ama ben çok huysuzumdur. birisiyle beraber uyuyamam. (pis pis gülmeyi kesin. cidden uyuyamam birisiyle. hele de yaz sıcağında!)

bu deve kadar boyla iki koltuğu birleştirdim orada uyudum, ya da uyur gibi yaptım zira o rahatsız yerde hiç kimse uyuyamaz eminim.

geceleri otelde kalsalar da oğlan-gelin, kız-damat ikilileri bizdelerdi bütün gün. yemek yapan annene yardım et karılıksız, kek yap karılıksız, bulaşık yıka karılıksız, çay yap karılıksız, servis aç karılıksız. bizde geçirdikleri 3 gün boyunca kıçımı yere koyamadım. hatta lisede koca karı işlerinden çok anlayan bi arkadaş misafirin ayakkabısının altına tuz ekersen çabuk giderler demişti. tuz gölü yaptım eve her girdiklerinde ayakkabılarının altını. e tabi bilemiyorum işe yaradı mı yaramadı mı. belki bi hafta kalacaklardı işe yaradı da az kaldılar. peh peh peh!

az dinlendim dinlenmedim bi arkadaşım geldi. neyse arkadaşla biraz eğlendik, gezdik falan filan.

bi hafta kadar ara vermiştik ki misafirlere o ilk başta bahsettiğim dıdısının dıdısının dıdısı ile ortak bi tanıdık geldi. biz arkadaşlarla plajdayız. telefon geliyo "karılıksız çabuk eve git ninene yardım et kızım. feşmekan ablanlar gelicekmiş. yoldaymış. biz de çıktık dönüyoruz evden" geldikleri yer, hiç abartmıyorum bi günlük yol. haber verdikleri yer burnumuzun dibi! koşa koşa eve dön. nineye yardım et. gelenler "ay karılıksızcığım ne kadar büyümüşsün! biz buraya en son annenin düğününde gelmiştik -yani 22 sene olmuş- kocaman kız olmuşsun ya sen" desinler. kibar kibar iki gülümse. bi iki gün kalsınlar onlar da gitsinler. ve giderlerken emin ol ki otel parası vermeyi bi tarafları yemediği için geldiler, annemi ya da ninemi özledikleri için değil.

işte sevgili okur.

tatil diye çıkmıştım yola üniversitemden, kampüsümden ayrılırken. demiştim ki "hiç bi şey yapmazsam bile annemle ninemle vakit geçiririm zaten özlüyorum" demiştim. ama sağolsunlar ona bile müsade etmediler tatil beldelerini dolduran yazlıkçılar. eğer bir gün kendime yazlık alırsam far far away kasabasından alacağım. belki orada bulamazlar bizi. emin olun ki o zaman "bir yaz tatili nasıl zehir olmaz" konulu yazımla karşınıza çıkacağım.

saygılar

bugün ne pişirsem?

taşın fıcı (is): hiç bir şey yemeyen, mızmızlanan insana yemesi söylenilen şey. (ayrıca bkz: taşın kökü, zıkkımın kökü, zıkkımın peki)

21 Ağustos 2009 Cuma

şaka mı bu?

rüyalarım gerçek olsa onu her gün görmezdim. zaten her gün rüyamda da görmüyorum. ama onunla ilgili bir şey olacağında, adını anacağımda, ondan haber alacağımda ya da arkadaşlarım -arkadaş sandıklarım- onunla iletişime geçeceğinde bana malum oluyor ve sabaha kadar onunla ilgili rüyalar görüyorum.
hayır yani durup dururken, tam unutmuşken bi rüya çıkıyor ve bütün düzenimi alt üst ediyor. ne yani? şaka falan mı bu?
bir gece sabaha kadar onunla karşılaştığımızı ve benim içimdeki herşeyi döküp bütün hırsımı kinimi ortaya döktüğümü kuruyorum kafamda. "öyle derse böyle derim, şöyle derse şöyle cevap veririm. sonra da lafımı kor giderim!" diyorum içimden.
ertesi gün bi haber alıyorum. arkadaşıma benden bahsetmiş.
başka bir gece arkadaşlarımızla gezip eğlendiğimizi görüyorum. yaşanan herşeyin yine yaşandığını ama böyle olmadığını, şimdiki gibi olmadığını görüyorum.
ertesi gün bi öğreniyorum, arkamdan iş çevrilmiş de haberim olsunmuş!
başka bi gece, yine o. yine geziyoruz. yürüyoruz şehrimizin o uzun kalabalık caddesinde bir yere yetişme telaşı ile. uyanıyorum. "ne olur çık hayatımdan! sen unutamadım sanıyorsun ama yoksun sen artık!"
ertesi gün hocamız arıyor. "o nasıl neler yapıyor tatili nasıl gidiyor?" diye soruyor. "içimden kafasına benim kadar taş düşmüştür inşallah!" diyor telefona "bilmem ki hocam. hiç vakit olmadı gelen gidenden. okul açılınca görüşürüz artık!" diyorum.
tekrar soruyorum. bilinç altım bana şaka mı yapıyorsun yoksa dalga mı geçiyorsun?

wristcutters

"intihar etmeyeceksek içelim bari" cümlesiyle başlayan o mükemmel kitabı okuduğum günlerde çok düşündüm. ölmeye yatmak... hani insanların çok korktuğu, son olarak düşündüğü, çok yakın olmasına rağmen çok uzak olan şeyi davet edince acaba ne getirir bize diye.
bir gün beni lavabonun önünde elimden düşmüş tıraş bıçağı ile kan havuzunun içinde yatarlarken görseler, ne yapardı arkamdan o çok sevdiklerim ve çok sevenler ya da ben kendimi nerede bulurdum? cevap kesinlikle "gogol bordello şarkıları eşliğinde cehennemde bulursun" değildi.
kandırmayalım birbirimizi. çok da düşünmedim bu konu hakkında. ama "Köşedeki yatağı açtım. Çırılçıplak içine girdim; ölmeye yattım." ifadesi çok güzel geldi kulağıma. "100 yıl okusan 40 yıl düşünsen böyle bi ifade gelmez senin aklına karılıksız. zorlama kendini senden yazar olmaz" dedim sonra da.
sonra bir akşam kendime sinema gecesi düzenledim. güya gerilim filmi izleyip korkacak, korkacak yine korkacaktım! "wristcutters" yazan dosyayı açtım. media playerı çalıştırdım. filmi başlattım. ama ne bileyim oradaki "wristcutters"ın kendi bileklerini keserek intihar eden insanlar olduğunu!
daha fazla ipucu vermeyeyim ama film gerçekten izlenmeye değer bir film bana göre. ne yapın edin bulun izleyin. aklınızda böyle sorular varsa ilginç bir bakış açısıyla cevap getiriyor o sorulara.
neyse. öyle bi şeyler işte. kaçtım ben!

sahurlamak ya da sahurlayamamak, işte bütün mesele bu!






sahurlamak (f) ramazan ayında sahura sıcacık yatağını, mışıl mışıl uykusunu terkederek yataktan kalmak istemeyen ya da kalkamamaktan korkup "hiç yatmamak uyanamamaktan daha iyidir!" diyen bireylerin eylemi.

ayrıca

sıçtın mavisi (dey) 1. yetiştirmek üzere olunan bir ödev hazırlanırken ya da kastıran bir dersin sınavına çalışılırken seher vaktinde ufkun aldığı renk. 2. sahurlamak eylemini gerçekleştirmeye çalışan ancak başarılı olamayan bireyin ezan okunurken ufka baktığında gördüğü renk.

evet, tez dönemi sonrası ilk kez bugün karşılaşacağım bu renkle. öyle bir his var içimde.

20 Ağustos 2009 Perşembe

karılıksız'ın kadınları


ya telefondan bloglarda gezerken blogun birinde "çoklu kişilik bozukluğum yok ama bi sürü kadın var içimde" ana fikirli eğlenceli bir yazı okumuştum. sanırım mrs. baros tandı ama yok hatunun blogunda öyle bi yazı.
diyecektim bunu mim konusu yap ilk olarak da beni mimle. ama olmadı ne yazık ki.
her ne ise...
benim de çeşitli ortamlara göre çeşitli rollerim o kadar farklı kimliğim var. tanışın bakalım onlarla da:
cansu: arkadaş ortamlarının vazgeçilmez geyikçisi. iğrenç de olsa yaptığı esprilerle insanların yüzüne kocaman bir gülücük oturtmayı kendine görev edinmiş bir... bir... bir ACID!

alev: sinirlenince etrafa adı gibi alev saçan, mükemmeliyetçi, titiz, katı yönetici. kendisi kontrol etmediği işlerin kötü gideceğini düşünen ve çevresindekilerin sorumsuzluklarından mıdır nedir bilinmez her işini kendi yapan boynu kalın iş insanı.
güzin: "anası adını bilmiş de koymuş" dedirten anaç tavuk. güzin abla misali derdi olanın yardımına koşar. "ne olursan ol yine gel" der bir de onlarca kazık yediği insanlara. "gelme istemem" demeyi öğrenmenin zamanı geldiğini düşünür.
paris: asıl adı ümit tir. hilton otellerinin sahibi olmasa da g*t kadar evinde yaz boyunca otele para vermek istemeyen akıllı tanıdıkları misafir etme rekorunu elinde bulundurduğu için ona acıyan ama bu durumla dalga geçen arkadaşları adını değiştirip ona bu şekilde seslenme kararı almıştır. evin kapısına "velkam tu di hootel kaaalifornyaaa!" yazıp, yüksek lisansını turizm otelcilikten yapmayı düşünür. "madem bir iş yapıyoruz tam yapalım"
feride: eğitim fakültesini bitirince kpss'den idare eder bir puan alıp "sen neresi dersen orası olsun devlet baba. sen benden daha iyi biliyorsun sonuçta" diyerek tayin edilmiştir. doğuda tanrı'nın bile unuttuğu yer şeklinde tanımlanacak bir yerde görevini severek yapmaktadır -ya da bunun hayallerini kurmaktadır-
deniz: kronik muhaliftir. mantıklı olsun ya da olmasın -hükümetin yaptığı- her şeye muhalefet eder.
evet benim içimdeki kişilikler bunlardan ibaret. bunu bir mim'e dönüştürüyorum. tekrar söylüyorum fikir bana ait değil ancak konuyu çok sevdiğim için yazmadan edemedim.
mimlendiniz ;)
edit: yazının asıl sahibini sonunda buldum evreka! buradan buyrun

19 Ağustos 2009 Çarşamba

inanıyorum ki

hümanizmden kırılacağım bu gidişle. ölümüm hümanizmden de olabilir. insanlara sonsuz bir sevginin yanında güven de duyuyorum.
şimdi sizlere hiç "bi çok kazık yedim bu dünyada. güvenmeyeceksin kardeşim!" muhabbeti yapmayacağım. sonuçta hepimiz biliyoruz ki güven olmadan bi boka benzemiyor insan ilişkileri. az ya da çok bi şekilde güveniyoruz bi şeyler paylaşıyoruz insanlarla. sonuçta insan ilişkilerinin kökeni güven di mi ama.
neyse
geçen gün bana "din" dersi vermeye çalışan bir yine derin düşüncelere dalmama neden oldu.
her hangi bir insana madden ya da manen zarar vermek ya da kalp kırmak içkiden daha mı büyük bir günah?
inanıyorum ki "iyi bir insan" olursam ve "inanırsam" içkime ve diğer çeşitli günahlarıma rağmen bir gün affedilerek o cennet bahçelerinde gezintiye çıkabileceğim.
inanıyorum işte...

17 Ağustos 2009 Pazartesi

kimmiş bu karılıksız karı bakalım!?!

karılıksız (s) ege'de bir kadının hamarat olmadığını, ev işinden anlamadığını kısaca "karılık" görevini yerine getiremediğini ya da getiremeyeceğini bildiren sözcük.
annemin en çok kullandığı sıfattır kendisi. kek yaparken üstüme yumurtalı karışımdan sıçrattığımda, temizlik yaparken dikkatsizce dönüp arkadaki sehpadaki bardağı kırdığımda falan söyler. annedir işte bi şekilde beğenmez hiç bir yaptığımı. "falancanın kızı..." diye başlayan nutuklar "kara sevdaya mı tutuldun nedir?" ile devam eder "karılıksız ne olacak!" diye sonlanır.
aslında suç biraz da annemdedir. her yurdum öğrencisi gibi parasız yatılı sınavı, lgs, öss, yds derken "aman kızım sen çalış ileride nasılsa öğrenirsin" diyerek elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmamak kaydıyla bir 18 sene geçirttikten sonra kısacık hayatımın son 3 senesine kendisinin uzun yıllara yayarak rahat rahat öğrendiği bilgileri sıkıştırarak hayatımı sıkıcıbir hale getirmiştir. ama anne olması ona kızmayı imkansız kılmaktadır.
ev işlerinden arta kalan zamanlarda akademik çalışmalarıma devam ederim ben de... ileride evinin kadını, fakültesinin yardımcı doçenti olacağım günlerin hayalini kurarım kendi kendime, henüz lisans eğitimimi bile tamamlayamamış iken :)
başka neler yaparım neler yapmam...
okurum, yazmak isterim, bir dize, bir ifade, hatta bir sözcük görür "bunun gibisini yazamam ki ben!" dedirtir vaz geçerim.
çok güzel cam silerim.
güzin abla sayfalarına taş çıkartacak nasihatlerde bulunurum.
(ama) kendi söküğümü dikemem.
çok deli geyik yaparım.
sinirlendiğimde bir hışımla ütü yapar bütün sinirimi stresimi atarım.
sadece giyeceğim giysilere para veririm.
sabah uyandıktan sonra saatlerce yatakta dönüp durmaya bayılırım.
çocuklar gibi sever, devler gibi ıstırap çekerim.
dersi dinlemezsem anlayamam, sınava çalışsam da başaramam, o nedenle tüm sınıf dersi kırsa bile, sınıfta sadece bir elin parmakları kadar insan kalsa da o derse gider dinler çıkarım.
dahi anlamındaki "de"yi ayrı yazarım. ayrıca ilgi zamiri "ki", bağlaç olan "ki" ve sıfat yapanı karıştırmam, gururlarını kırmam zavallıların insan içinde.
çok fazla mesaj yazar telefonu elimden düşürmem.
mesaj yazarken t9 kullanır, enerji tasarrufu sağlarım.
---0---
böyle işte. bilemedim ki nasl bitireceğimi. muhtemelen bi süre kendim yazıp kendim okuyacağım buralarda. ama eğer ki birileri bu yazıyı okursa hoş geldiniz şimdiden dünyama! :)

.

.