7 Kasım 2009 Cumartesi

geçse de yolumuz bozkırlardan...




dağların denize dik uzandığı bir memleketin denize kıyısı olan kasabalarından birinde geçti çocukluğum. maviyi çok sevdim, oyuncak bebeğimin adını "Deniz" koydum, abla kız olduğumda okul çıkışlarında canım sıkkınsa deniz kıyısına gittim derdimi tasamı orada bıraktım da döndüm eve. 

lise yıllarım ise denize kıyısı olan bir ilin ulu dağında geçti. yeşilin her tonunu gördüm o güzelim ağaçların yapraklarında ve kışları beyazla ne güzel bir uyumla dans ettiklerini de...

sonra yolumuz bozkıra düştü an(a)kara'ya. deniz yok, i nokta melih amcam deniz getirememiş ama güven parktaki havuzun yanından geçerken deniz havası esmiyor değil. yeşil desen bir iki üniversitenin kampüsü dışında yeşil alan da yok. eee neye benziyor bu şehir! nesi güzel!?!

bana sorarsanız çok şeyi güzel. tiyatroya gitmek için gezici tiyatroları beklememesi güzel, mahalle aralarında görebileceğiniz pofuduk kedileri, kitap alabilmek için yazın açılan sergileri beklememesi, ciddi bir hastalıkta 3 saat uzaklıktaki üniversite hastanesine ulaşmak için sabırsızlandırmaması, çocuğuna "beni Anıtkabir'e götür anne" dediğinde "tamam bu cumartesi gidelim" diyebilmesi güzel...

annem "sen küçükken daha büyük bir yerde yaşasaydık sanki her şey daha farklı olurdu." dedi geçtiğimiz günlerde kitapçıları gezerken. çünkü ben küçükken yaşadığımız kasabada kitapçı yoktu. kütüphanedeki çocuk kitaplarının hepsini elden geçirmiştim ve kitap alabilmek için yazları kıyı mahallelerde kurulan sergilerden başka seçeneğimiz yoktu. annem yazları bir dünya kitap alır kış içerisinde teker teker verirdi bana, hepsini birden bitirmeyeyim diye.

izmirli ve istanbullu arkadaşlarda çok gözlemlediğim bir şey deniz olmayan memleketi küçük görmek. hatta abartıp "İzmir'den/İstanbul'dan başka güzel yer yok" diyen bile gördüm. varsın yolumuz bozkırlardan geçsin, ne çıkar! sevmek istedikten sonra, güzelliklerini görmek istedikten sonra her yer cennet!

10 yorum:

seyrekzamanlar dedi ki...

sevilir ki.

kar dedi ki...

beslenir ki bu :D

Ulfet Sahin dedi ki...

Benim annem Ankaralı.Hem de yerli cinslerinden.Ben de orada doğdum ve büyüdüm.Sonrasında,anne baba barışınca babamın memleketi Kayseri'ye geçtik.Babam da Kayseri'nin yerli ailelerinden.Bunu söylememin sebebi, köylü şehirli ayrımı yapmak değil...Sadece ailemin hep bozkırlara doğmuş olduğunu belirtmek...

Okul bittikten sonra Kıbrıs'tan Kayseri'ye geçince geçen sene, önce kalakaldım.Denize aşık,hatta ÖSS'ye hazırlanırken,"Allah'ım deniz kenarını nasip eyle" diye çok dua etmişliğim de var.Allah'ım duydu sesimi de denizin ortasına bırakıverdi.

Kayseri'nin coğrafi özelliklerinin haricinde kendi sosyal yapısı tanınmış aileye mensup bir üye için zordur.Aldırmadım ama sıcak Kıbrıs'tan buz Kayseri'ye gidince zorlandım.4 sene ayrı kalmıştım sonuçta.Bir gün msnde arkadaşla konuşurken ki kendisi İzmir de yaşıyor.(İzmirli değil,Manisalı ama İzmirliyim diyerek havasındadır.)Kordon'da kahve içtiğini söyleyince, iç çektim ve bunu da dile getirdim.Kendisi aniden "Ayyy sen nasıl yaşayabiliyorsun orada,deniz yok birşey yok,yaşanmaz ki,ayy yazık.Ah Allah'tan İzmirliyim,şehirde yaşamanın avantajı" diye burun kıvırdı.Üzülmedim.Sadece arkadaşıma acıdım.Bu kadar acınası olduğu için cidden adına hayıflandım...

Allah yardımcısı olsun...

kar dedi ki...

haspam denir öylesine de afedersin ama. manisa yı da bilirim izmir i de bilirim. zaten nedense insanlarda bi izmirli olma hevesi var anlamadım gitti onu da. karslı bir arkadaşım var. o bile izmirli sayabiliyo ya kendini helal. ne memleketmiş!

ayrıca evet acınacak durumdalar. yaşadıkları yerden nefret ederek, sürekli başka bir yerin özlemini duymak acınası bir durum çünkü :/

Ulfet Sahin dedi ki...

Cidden öyle...Kendilerine olmayan özgüveni mi yoksa ailelerinden ve memleketlerinin gerçekliğinden utanmalarının ne kadar acınası olduğundan mıdır bilmem ama böyle devam ederlerse yazık yazık...

Bir arkadaşım vardı yurttan.İlk hafta tanışmıştık.Nerelisin diye sorduğumda gururla Ankaralıyım demişti.Hatta Ankara'nın yerlisi olduğunu böbürlenerek söylemişti.1 hafta sonra ailesi geldi,annesiyle tanışınca ona da acımıştım.Annesinin konuşmalarını zor anlıyordum:S Yoo annesini çok sevdim anneydi sonuçta.Ama annesi Karslıydı ve hatta eşi de Karslıydı.Sadece kızı Ankara'da doğmuştu.Yani arkadaşım...Nasıl üzüldüm arkadaşıma...

Sonra fark ettim ki kendisi ucuz kot giymeyi,annesinin babasının memleketini söylemeyi kendisine yediremeyen eziğin tekiydi.Ayıp yazık...Cidden acınası işte...Pof...

kar dedi ki...

yazık gerçekten :/

Alper Akpınar dedi ki...

hayatımın ilk 18 yılında denizi görmedim bile.. bozkırda doğdum, orda büyüdüm, ki büyük de sayılmazdı yaşadığım yerler. kitap açısından sıkıntı çekmedim pek, zaten çocuk kitapları da okumadım hiç. babamın üç dolap dolusu kitaplarını -bilhassa da ansiklopedileri okuyarak geldim reşit yaşıma. sonra nasibime düşen istanbul'a geldim. istanbul görmeden sevdiğimdi. ankara'ya defalarca gitmiştim onun öncesinde, içinde yaşayan sevdiklerim vardı. sonra yine nasip aldı bizi ankara'ya attı. kesintilerle toplamda beş yıl filan yaşadım ankara'da. ankara ile birlikte yaşadığım bozkır kenti sayısı 4. bunlar arasında en sevdiğim 10 yaşından 15 yaşına kadar yaşadığım memleketim. deniz de yok. ama bir yaz akşamı sokaklarında yürüdüğümde havayı teneffüs edince yüzüm gülebiliyor. diğer iki kenti sevmedim, ama bu benden kaynaklanıyor. ankara'yı ise hiç sevemedim, ne ararsam vardı, içinde sevdiklerim de vardı, ama ruh yoktu. bir kenti ruhu yoksa, ben o kenti sevemiyorum.

kar dedi ki...

ruh da kişiye göre değişir sevgili alper.

milli mücadele ruhu demektir ankara en basitinden. odtü kampüsünde gezerken buram buram bilim aşkıdır ya da sanattır opera ve tiyatro binalarında...

yüklediğin anlama bağlı değişir.

eleştirilen nokta bu değil. haklısınız ruhunu bulamıyorsanız hissedemiyorsanız orası ayrı.

Alper Akpınar dedi ki...

yok, öyle bir ruhu kastetmiyorum. kentin "ölü" olduğundan bahsediyorum. makine gibi, oysa misal istanbul yaşayan bir yer, mekanik değil.

kar dedi ki...

değişir diyorum tekrar.

.

.